Çocukları izlemeyi her zaman çok
sevmişimdir. İçten tepkileri, korkusuzlukları, saflıkları beni geçmişimle
bugünüm arasında gezdirir durur. Gülümseyerek, sevgiyle izlerim onları, kendimi
de tertemiz, hayatın koşturmacasında yorulmamış hissederim. Kadınlığımdan genç
kızlığıma, genç kızlığımdan, küçük kız çocuğu oldum yıllara gider, kaybettiğim
zamanlarımı tekrar tekrar yaşarım. Kardeşimle, arkadaşlarımla kurduğum
oyunlarda oynarım yeniden. Rengârenktir hatıralarım, oyuncaklarım gibi.
Yapbozlarım, legolarım, bebek
arabalarım… Annemin ‘sanki oyuncağınız yokmuş gibi bunları topluyorsunuz’ diye
kızdığı kâğıttan bebeklerim toplanır etrafıma. Hep heyecanla onları yerlere
serişim ve bozulacaklar, kırılacaklar diye her defasında korkarak toplayışlarım
gelir gözümün önüne. Evimize gelen misafir çocukların gözlerini çıkarttığı
bebeklerimi gördüğümde hissettiğim acı tekrar gelir yüreğimin ortasına oturur.
Sanki hala o andaymışım gibi gözlerim dolar. Gurbetten gelen halamın, teyzemin
gözlerimin içine bakarak çantasını açtığı ve bana uzattığı yeni oyun
arkadaşlarım aklıma düşer, şimdi elime alıyormuşum gibi heyecanlanırım.
Oyuncaklarım benim çocukluk
aklımla, kimsenin bilmediği dünyalar kurduğum arkadaşlarım. Bu yaşımda bile
hala zevkle oynayabilecekmişim gibi sakladığım vazgeçilmezlerim. Biliyorum ki
benimle aynı nesilde olanların birçoğu içinde böyle. Oyuncak demek, ona sahip
olabilmek için bayramlardaki harçlıkları beklemek demekti, sabretmekti. Okul
harçlıklarımızı biriktirmek, hayallerimiz uğruna birçok şeyden vazgeçmek demekti.
Bu yüzden belki de onları hala bir kenarda saklayışımız. Bugün bile oyuncak dükkânlarına
koşarak gidişimiz ve çocukmuşuz gibi reyonlar arasında koşturmamız. Hatta
şimdiki çocuklardan daha çok heyecanlanmamız.
Bizim oyun arkadaşlarımıza
verdiğimiz değerle bugünkü neslin gösterdiği ilgisizlik arasındaki farkın,
geçmişteki değerlerimizle bugünkü değerlerimiz arasındaki fark kadar büyük
olması, işte çocukları izlediğimde beni acıtan ve geçmişimden ayıran tek şey.
Hem de ne acıtmak…
Çocuk dünyamızdaki minik kahramanların bugünlerde sadece
birkaç dakika süren hevesleri gidermesi ve bir daha hiç dokunulmamak üzere bir
kenara bırakılması sizler için de can yakıcı değil mi? Peki ya sorumlusu kim?
Oyuncaklarına bizim verdiğimiz değeri vermeyen çocuklar mı, yoksa kendi çocukluk
değerlerini unutup, hayat koşturmacasında çocuklarına ayıramadıkları zamanı
daha fazla oyuncak alarak telafi etmeye çalışan, sevgisini gösterme yolunu geçmişte
ki sığınaklarında arayan biz büyükler mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder