Sessiz bakışların içerdiği düşünceler diyarını keşfedebilmek zordur çoğu zaman. Aynı noktaları izlesekte içimizdeki duyguların söylediği şarkılar başkadır.

Bende sessizliğimden sıyrılarak, kalbimi dolduran hislerimi paylaşmak istedim, sizleri düşündürmeden, yormadan...

19 Ağustos 2011 Cuma

Eş Olmak

Ne zor şey eş olmak.
Engin denizde önce birbirini bulup, sonra ortak hareketlerle dalgalara dayanabilmek, aynı yöne gidebilmek için çırpınmak hemde sırtındaki yüklere rağmen.
Özgür olmadığının, hayatının sadece sana ait olmadığının farkına varabilmek...'Ben' değil 'biz' diyebilmek...
Eğer teksen hayatı gönlünden, aklından geçtiği gibi yaşarsın. İstemiyor musun yapmazsın, istemiyor musun gitmezsin, istemiyor musun almazsın... Kimsede seni zorlayamaz. 'Sana ne' der geçersin. Ama eşin varsa yanında, 'Acaba o da ister mi?'diye sorman gerekir kendine. Hiç aklından geçmeyen istendiğinde, 'Neden istiyorsun?' diyemezsin.
Sorumluluk gerektirir eşli olmak. Mutluluğunuz, huzurunuz, birlikteliğiniz için çabalamanız gerekir. Ancak ''BEN'' demeden, ''BİZ'' diyerek ve yanlız değil BİRLİKTE. Evet birlikte uğraş vermek gerekir. Kendi başına ne yaparsan yap olduramazsın hiçbirşeyi. Masaya oturup, karşındakinin gözlerini okuyup, ağzından çıkanları dinleyip anlayarak başlamak lazım gelir konuşmaya. Dikkatli olmazsan küçücük bir ayrıntı dağ olur çıkar önüne aşamazsın. Zaten bu yüzden iyi tanımalısın önce diye söyler durur anneler. Her zaman olduğu gibi vardır bir bildikleri. Ne de olsa yaşanmış yılların tecrübesi geçmişlerinde...
Bu benim sorunum, bu benim sorumluluğum cümleleri yıkar, bitirir karşındaki eşini.. 'Ben' kelimesi tüketir inancı, güveni.
Eşin varsa şu hayatta, ona vermek istediğin tüm güzellikleri, onunda sana vermek istediğini unutmadan ve 'İkimiz birimiz, birimiz ikimiz için' diyerek, sıkıca tutup elinden, başlamalısın koşturmacaya... Beraber gülüp, beraber ağlamalısın hayatın önüne çıkaracağı yaşanacaklara.
Yoksa, evinde yemeğini yanlız yerken bulursun kendini ve koyulursun tekrar eş aramaya. Kalpten kalbe savrula savrula...

Kendimi İzliyorum...

Bilmem siz sever misiniz, kitapçıya veya müzik markete gidip, farklı türden kitaplar, cdler alıp, uzanıp dinlemeyi. Bir zamanlar yaptığım en büyük aktiviteydi. Haftada en az üç günümü müzik marketlerde ve  kitapçılarda geçirir, kitapları, cdleri inceler ve paketlerle çıkardım oralardan. Sonra eve gelir, hepsini tek tek inceler, cdlerimi dinlemeye koyulurdum elimde kitabım ve kahvemle.
Fakat bilmem neden uzunca bir süre ne kitapçılara uğradım, ne de arşivimdeki cdlerimi dinledim. İçten içe özlemekteydim o zamanları. Yeni isimler keşfetmenin keyfini, içten içe kendimi bulma çalışmalarımı....
Bugünümü arşivimdeki albümleri dinlemeye ve kendi evimin tadını çıkarmaya ayırdım. Mutluluğumu ise anlatamam. Kendi filmimi izliyor giibiyim. Olaylar yok sadece duygularım, geçmişten bugüne düşüncelerim var gözlerimin önünde. Kendime olan özlemimi gidermek var şuan sadece. Hemde doya doya...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Yanlızlık...

Bundan birkaç yıl öncesinde masmavi denizi izlerken kendimi yanlız hisseder ve yanlızlığın huzur verici bir yanının olduğunu düşünürdüm. Daha doğrusu yanlızlık huzur demekti benim için.Saatlerce izlerdim suları. İzledikçe rahatlar, izledikçe mutluluk bulurdum derinlerimde. İnsanların yanlızlığa olan korkuları anlamsız gelir, hep kalabalık içerisine karışma telaşı içinde olmalarını anlayamazdım.


Sonraları kalabalıklar içinde ki yanlızlığı görmeye başladım. Çevrende insanlar varken ve tüm ağızlardan birşeyler çıkarken kulaklarımın sağırlaştığını, gözlerimin uzaklara dalıp hiçbir sözü duyamazken, bana mutluluk veren yanlızlığımı düşünür, aradaki farkı ve bu farkın nedenlerini çözmeye çalışırdım. Yanlızlık hissi farklı yaşanabilir miydi? Biri mutluluk verirken diğeri nasıl can sıkıcı olabilirdi? Daha da önemlisi çevrende insanlar varken, helede bu insanları arkadaş, dost gibi sıfatlarla sen yerleştirmişken etrafına, içinden geçen hisse nasıl yanlızlık diyebilirdin?  Bu soruları kendime sora sora sonunda kalabalıklar içinde hissedilen halet-i ruhiyenin, yanlızlık olmadığına karar verdim. Olsa olsa yanlış seçimden kaynaklanan pişmanlık olabilirdi, başka yerlerde olmaya duyulan özlem olabilirdi ya da başka başka şeyler. Fakat kesinlikle yanlızlık değildi!


Verdiğim bu kararla yanlızlık benim için sadece denizi izlerken oluşan, mutluluk ve huzur verici durum olmaya devam etti. Tabi sadece bir süreliğine...


Şimdilerde, zamanında yanlızlık adını koyduğum mavi denizi izleme eylemime huzur bulmaca diyorum. Çünkü artık biliyorum ki yanlız mutlu olunamaz. Hele hele huzur yanlızlıkta hiç bulunamaz.


Yanlızlığın tanımı artık benim için; eşimden ayrı, farklı memlekette mecburi zaman geçirmek demek. Onun gözlerini göremeden, kokusunu duyamadan, ellerini tutamadan, sadece bir telefondan sesini duyabilmek ve faturalardan korkarak uzun uzun sohbet edememek, dertleşememek demek. Morali bozuk olduğunda saçlarını okşayamamak, kalabalık sokaklarda tanımadığın insanların suratlarına bakıp, onu aramak demek. Ağladığında omuzuna yaslanamayacağın gerçeğini bilmek demek.


Kısacası yanlızlık: özlem, çaresizlik, kimsesizlik ve maalesef beklemek demek.